Daha sonra isimleri okunan çobanlar sırası ile yerlerini almaya başladılar. Üstünde durduğum köprüden geçerek bayağı bir yol katediyorlar, sonra çoban ve sürünün arkasındaki ekip yokuş aşağı hızlanıyor. Bağrışmalar, ıslıklar içinde yarışmaya katılan çoban suya giriyor, arkasından el koyunun gelmesini bekliyor. Suya yaklaşırken ve girdiğinde koyunun gelmesi için el çırpmalar, çeşitli hareketler, ıslıklar oluyor. Elkoyun ( sürünün önünde giden koyun ) çobanın arkasından suya girerse büyük bir sevinç yaşanıyor, çoban koyununa sarılarak sevincini belli ediyor. Elkoyunlarla ilgili öğrendiğim bilgide bunların koç olması gerekmiyormuş, kısırlaştırılıyorlarmış.
Sudan koyun geçirmenin 800 yıllık bir aşkın öyküsü diye anlatılan öyküsü kısaca şöyle; Yörük çobanlarından biri ile oymak beyinin kızı arasında bir sevgi vardır. Bey, durumu öğrendiğinde kızını çobana vermemek için, olmayacak bir şart koşar; ” Sürüye 3 gün boyunca, hiç su vermeden tuz yalatılacak, sonra sürü getirilecek. Eğer su içirmeden suyun kenarında bekletirsen ben de sana kızımı vereceğim ” der. Çoban çaresiz kabul eder, sürüye hiç su vermeden üç gün tuz yalatırlar. Çoban sürüyü alır dağdan aşağı dereye doğru sürer. Sürü büyük bir iştahla suya doğru koşarken, çoban birden kavalını çıkarır ve çalmaya başlar. Bunun üzerine sürü olduğu yerde durur. Ancak içlerinden bir Karakoyun suya doğru koşmaya devam eder. Çoban çaldığı havayı karakoyuna yalvarır gibi daha da yanıklaştırır, karakoyun yavaşlamaya başlar. Durur, bir geriye döner, bir suya bakar. Kavalın sesi ona susuzluğunu unutturur. Geriye sürünün yanına döner. Bu olay karşısında bey ” Sözünde durdun. Kızımı sana verdim gitti ” der.
Köprüde tanıştığım 50 yıldır bu etkinliğe tanık olmuş kişiler bu geleneğin başka bir yönünü aktardılar. ” Sudan Koyun Geçirme ” koyun kırkma günlerinden kalma bir etkinlik. Bütün yakın köylerin hepsi buraya toplanır, burada koyunlarını yıkar, tüylerini kırkarlar. Yünlerini de yıkayıp köylerine giderlerdi. Koyunlar kırkılır yünler yıkanırken bazı çobanlar kakışma denen iddalara tutuşurdu. Bu arada bir iki çoban kendi arasında yarış yapardı. O yarışlardan kalma bir gelenek. Ovada, düzde, birbirini tanıyan çobanlar, benim elkoyunum iyi diyerek yarışırlardı. Kaybedenin diğerine koyun verdiği olurdu. Koyunlara hiç görünmeden karşıdan ıslık çalarak koyunlarını sudan geçiren çobanlar vardı. O çobanlar koyunuyla yatar, koyunuyla kalkardı. 150 koyun hepsi suya atlardı ” Yine bu etkinliğe 50-60 yıl önce de tanık olmuş kişilerden aldığım bilgilere göre Menderes şimdiki gibi değildi, 5 gözden birden delice akarmış, derinmiş, yüzme bilmeyen, suda boğulma tehlikesi geçiren çobanları kurtardıkları olmuş. Ölen koyunlar olurmuş. Tabii efsaneler, öyküleri, türküleri böyle etkinliklere ayrı bir tat veriyor, sevginin gücünü anlatan öyküler. Denizli folklorik açıdan zengin bir ilimiz.
Bir ara bir çoban suda zor durumda kaldı, kıyıya çıkarılırken görülüyor. Bir de burada bana söylenen, Menderes’ten bahsederken deniz diye söz ederlermiş. Denize yüzmeye gidiyorum denirmiş.
Her yıl Ağustos sonu veya Eylül başında yapılan bu etkinliğin akşamı konser de oluyor. Dönmemiz gerektiği için etkinliğin o kısmını göremedik. Bu yörelerde çobanlık saygın bir meslek, onların duruşlarından da bunu anlıyabiliyorsunuz. Bu etkinlikte benim eksik olarak gördüğüm şeylerden birisi folklorik zenginliklere sahip bu yörede müzik ve oyun olarak bunları görememek oldu. Mesela yukarıda anlattığım öykü kaval çalan bir çobanla canlandırılabilinirdi.
Etkinlikte organizasyon olarak bazı aksaklıklar gördüm bunlardan biri yarışmaya katılan koyunların geçtiği köprüden vasıtaların geçmesiydi. Sürüler zaman zaman zor durumda kaldılar. Sağ alt fotoğrafta karşı karşıya gelen iki sürücünün inat ettiği an görülüyor. O gitmem, bu ben gitmem derken 5-10 dakika köprü kapalı kaldı. Diğer yandan sürünün suya doğru geldiği yolda vasıtaların olması da bana göre aksaklıktı. Diğer bir gördüğüm 45 adet sürü yarışa girdi, köprüden geçip yarışma alanına gelmeleri zaman alıyor, bunların hemen hazırlanıp ara vermeden hareket etmesi gerekiyor. Son kısımda buna uydular. Çobanların başarısız olduğu zamanlarda çevredeki kalabalıkların da etkisi oldu, hayvanlar suya geldiklerinde bu kalabalığı görünce biraz huylanıyorlar. Motivasyon çok önemli, sesler bile onları çok etkiliyordur, sessiz bir ortamda daha rahat suya gireceklerini düşünüyorum. Ki düşünün geçmişte azgın suya atlamaktan korkmamışlar.
Çoban önde, “elkoyun” ve sürü arkasında Menderes’e koşarak geliyor. Çoban suya atladığında arkasından elkoyunun da suya atlaması gerekiyor. Bu atlayışta suya giriş süresi, atlayış şekli gibi unsurlar olumlu puan oluyor. ” Elkoyun ” suya girdikten sonra diğer koyunlar suya girmezse sorun olmuyor, tabi görsel olarak diğeri daha heyacan verici oluyor. Bazen çoban koşarak gelip kendini suya atıyor ama gelen yok, Elkoyun sağa, sola bakıp dönüp gidiyor. Jüri sürünün zorlanarak suya girmesine izin vermiyor. Sağ alt fotoğrafta Elkoyunu suya giren çobanın sevinci görülüyor.
Deneyimli çobanların sudan geçişi de bir başka oluyor, hareketlerinde bir incelik var, hayvanlarından eminler. Diğerleri bağrış, çağrış ellerinde sopalarla sürünün arkasından gelirken burada sakince çoban tek başına suya giriyor, Elkoyun ve diğer koyunlar da tereddüt etmeden onunla suya girip sakince karşıya yüzüyorlar. Bu gibi görüntüler çok olmadı ama olanların yarattığı manzara güzel ve duyguluydu.
Yarışma alanına giden koyunların köprüden geçişleri de hoş oluyordu, kalabalık bir ekiple ıslıklarla gidiyorlardı. Sağ alt fotoğrafta meydandaki arabaların bir kısmı görülüyor, seyirci sayısını hesap edin artık.