İnceburun koyu, yarımada üzerinde birkaç yerde inceburun isminde burun var, bu burunlarda fener de oluyor. Karaköy ve Kızlan arasındaki inceburun bunlardan birisi. Benim denizlerde gezdiğim yıllarda sıkça demir attığım İnceburun gemilerin geçiş güzergahında idi ve yazları buradan geçen tekne ve deniz taşıtını saymakta zorlanırsınız. Datça’dan Knidos’a ( veya tersi istikamete ) giden tekneler oradan geçerlerdi. Ben de demirlemiş vaziyette bir yandan onları seyreder bir yandan da balığımı tutardım. Burunlar balıkların bol bulunduğu yerlerdir
Mustafa sık bitkilerin arasındaki yapı kalıntılarını gösteriyor, o olmasa bunları görmemiz çok büyük bir raslantı olurdu. Teras duvarları bitkilerin arasında kaybolmuşlar. Düzlükte gördüğümüz duvarlardan birtanesi harçla örülmüştü, büyük bir ihtimalle bir yapıya ait, havuz gibi bir şey de olabilir diye düşündüm. Çok sağlam bir harçla sıvanmış, buradaki geçmiş yaşamdan kalan izler. Ekilen, biçilen, hayvan beslenilen yerler.
Sık bitkilerin arasından yolumuzu bularak düzlüğe çıktık, buralardaki çalılar, bitkiler yakılmış. Çevredeki tezeklere bakarak buralara ineklerin bırakıldığını anlıyoruz. Kızılağaç’ta da görmüştük, çimen çıksın diye çalılar yakılıyor, tabii her zaman düşünüldüğü gibi olmuyor. Musatafa babası ile buralara geldiğinde ortaokul çağlarında imiş, eliyle gösterdiği bitkinin dibinde sakız gibi beyaz bir şey olur, onu çiğnermiş.
Karşıdaki dağa Körmendibi diyorlar, yıllar önce denizden oraya gelmiştik, güzel bir sinağrit yakalamıştım. Mustafa babası ile dağın dibine doğru yürüyerek İskaroz denilen balıktan yakalarlarmış. Dişli bir balıktır, yengeç bacağı ve bedelle yakalıyorlar, berrak sularda balığın geldiği görünürmüş. Şimdilerde İskarozlar da çok azaldı, yazları balıkçılarda görürsünüz, bu denizlere özgü balıklar, kırmızı, mor , mavimrtrak renklerde zırh gibi pulları olan bir balık.
Bir ara yanyana duran değişik orkide türlerine rastladık. Mustafa’nın söylediği bir söz çok hoşuma gitti” sevdiklerimi, arkadaşlarımı hep buraya getiririm” dedi bir kaç kez.
Kayaların arasında rastladığımız bitkilerden Geneviz, yörede bu adla biliniyor. Turşusu ve salatası yapılıyormuş, Mustafa biraz topladı. Sağ alttaki fotoğrafta yavrulamak üzere olan bir örümcek görülüyor. Örümceğin ağını ördüğü dikenli bitkiler burada çok fazlaydı, bir ara elime batan birtanesinin verdiği acı uzun zaman devam etti, hatta ucunda bir zehir mi var falan derken Mustafa bunun dikeni böyledir hocam dedi.
Kıyıya indik, yarımadayı dolaşarak feneri göreceğiz. Pırıl pırıl sular, bu kayalardan oltaları atarak İskaroz yakalıyorlar, hala bunun için bu taraflara gelenler oluyor.
Her yer kayalarla kaplı, değişik renkte kayaların arasından yürüyoruz. Mustafa tepede top gibi bir şey buldu.
Muzaffer bey sayenizde Datça aşığı oldum. O güzelim cennet mekanlarını bizlere gösterdikçe insan hayata yeniden bağlanıyor sanki. Sizi takip ettikçe yaşadığım gergin şehir ortamından uzaklaşıyorum. Ben de bir süre sonra Datça’ya yerleşmeye karar verdim. Size bu çabalarınızdan dolayı çok teşekkür ediyorum. Saygılarımı sunarım.
Bizler masa başları bekleyelim oturan patatesler gibi…:)sizler gezin doya doya tadını çıkartın doğanın..!BUNLAR KISKANÇLIK ÇIĞLIKLARI…
Ertelediğimiz güzellikler… çok imreniyorum sizlere ve o doğada doğup büyüyen çocuklara.Doğuştan şanslılar derler ya işte öyle. Mecburi istikamet bizimkisi ..iş,ev,okul,çocuklar derken ….bitmez bahaneler.Sağlık olsun ne yapalım belki bir gün.:)
Sizin her hafta yayınladığınız güzelliklerle yetiniyoruz şimdilik.Kısa aralıklarla gittiğim datça..özledim yine….Teşekkürler Muzaffer Bey.
Bu yuruyuslere nasil katilabiliriz acaba?