Dağın zirvesinden tekrar geldiğimiz vadiye ineceğiz, diğer durumda yol çok uzayacak. Yolumuz üzerinde hayvan ağılı olarak kullanıldığını düşündüğüm taşlarla örülü 8 sayısını andırır bir yapının yanından geçtik.
En tepeden vadiye bakıyoruz.
Güz çiğdemleri, Flora sayfasında paylaşmıştım arkadaşlar ” Benekli Acı Çiğdem ” diye de yazmış, oldukça iriler.
Tam karşımızda Karadağ, geçmiş yıllarda tırmanmıştık, bu yıl değişik bir rotadan tekrar tırmanmak isterim. Oldukça zor bir doğa yürüyüşüydü. Hızırşah’ın bu bögeleri dağlarla çevrili, çok yüksek değiller ama ilginç bir atmosfer ve iklim ortaya çıkarıyorlar. En kuzeyde Bozdağ, yanında Yarıkdağ, ileride Karadağ, Mesudiye yönünde Tülüdağ. Datça’dan çıkarken oldukça rüzgar varken buraya çıktığımızda kıpırtı yoktu, bu yürüyüşte sıcak oldukça etkili oldu.
Kayaların üzerinde kendimizi doğanın bir parçası gibi hissediyoruz, onunla mücadele etmek, ona karşı gelmek bizim anlayışımızda yok. Bizi bu dağlara çeken nedir demiştim, son sığınaklarımız belki de, kopartıldığımız, hergün yok olmakta olan doğada. Hapishane gibi betonla çevrili şehirlerin içinden gelip kendimizi özgür hissetiğimiz yerler. Çıplak, içten, yalın, biz olduğumuz yerler.
Bu kayalıklardan inerken şimdiye dek başıma gelmeyen bir olayla karşılaştım, çizgi filmlerindeki gibi küçük bir arı bana ecel terleri döktürdü diyebilirim. Sarıcana dediğimiz türe benziyordu, testere dişi gibi keskin kayalıkları geçiyorduk, başıma öyle bir musallat oldu ki kovamadım. Göremiyorsunuz çok hızlı, arkadaşım imdadıma yetişti, bir arı insanı alt edebilirmiş dedim.
Tanrı korkusu yerine Tanrı sevgisi dersiniz, yarattıklarına saygı duyarsınız…Ne harika bir söz bu hissetmeden yaşamadan söylenemeyecek kadar özel. Evet insanlık için endişeli bir dönemden geçtiğimiz şu günlerde tamda bu noktadayız…..Nefes almamızı kolaylaştırdığınız için Ve yine yeniden Teşekkürler hocam. Sevgiyle kalın ……..