Girintili, çıkıntılı değişik renkte kayalar dikkati çekiyor, bu kısımda yolumuz bu kayalarla kesiliyor, yönümüzü tepelere doğru çeviriyoruz. Bir gün fırsatımız olursa aşağılara inmek isterim.
Uçurumun kenarındaki kayalarda fotoğraf çekiliyoruz, fotoğraf çektirmek için kayalara giderken arkadaşım uyarıyor; dikkat et rüzgar kuvvetli diye. Gerçekten dikkatli olmak gerek, bir denge kaybı kötü sonuçlar doğurabilir.
Arkadan gelen ışıkla çok hoş bir görüntü var, sağ altta bir gelin taşı görünüyor. Buralarda kişilerin adlarıyla anılan taşlar var, Cemil isminde birisinin balık avladığı taşa Cemil taşı deniyor, bir diğer taş Kocahüseyin taşı. Ne güzel adetler, o insanlar da bu taşlarla anılıyor, hatırlanılıyor.
Divan burnuna kadar yürüdükten sonra geriye döndük, tadında bırakmak bizim yürüyüşlerimizde hep vardır. Bu yürüyüşümüzde fotoğraf çekmeye de doymuşum, yürüyüş sonunda hiç bir yere uğramadan evlerimize döndük.
İşte yine manzaraya hakim güzel bir tepe, ama rüzgar çok kuvvetliydi, kanatlarımızı açtık, şöyle bir uzanıverseydik karşı tepelere. Aslında yüreklerimiz uçuştaydı o sıra.
İlginçtir yazımın başında da belirttiğim gibi, yüzüme vuran soğuk rüzgar beni çocukluk ve gençlik yıllarıma götürdü, bir kısmını arkadaşımla da paylaştım. Genç yaşta kaybettiğimiz kapı komşumuz Bülent arkadaşımla alır başımızı giderdik, dağlara, vadilere. O da benim gibi yalnızlığı, doğayı çok severdi, çok konuşmazdı ama duygularımız ortaktı o anlar. Gökpınar çayını seyrederdik tepelerden, soğuk bir rüzgar eserdi ve bugünkü rüzgarla o günler aklıma geldi. Ne severdim doğayı, sığınağımdı benim, annemin bile anlamakta zorluk çektiği bir çocuktum. Kırlarda, ağaçlarda, ırmaklarda. Okuldan çıkınca resim yapardım, öyküler yazardım, yalnızlığı seven bir çocuk. Arkadaşlarım sinemalarda gezerken ben doğada gezerdim, kitapların elimden düşmediği zamanlar. Öyküler ne güzeldi…
Güzel bir yazı ve çok güzel resimler.Beni aldı götür dü. Teşekkürler