Günümüzde Datça denince birçok kişinin ilk hatırladığı kişi şair Can Yücel’dir, Eski Datça Mahallesi’nde yaşadığı evin sokağı ziyaretçilerle dolar, kapısında hatıra fotoğrafı çektirirler. Yaşadığı ev yıl boyu ziyarete kapalıdır, vefat ettiği 12 ağustos ( 1999 ) günü ziyaretçilere kapısı açılır. Açılan kapıdan bahçe içindeki kütüphanesine gidilir, hemen yanında yaşadığı eski Datça evi var, eşi Güler Yücel orada yaşar. Dün Facebook’ta Can Yücel ile ilgili pek çok paylaşım vardı. Datça Güçbirliği sayfasında onu tanıyanlar, onunla bir araya gelmiş olan arkadaşlarımız anılarını yazmışlar, çok hoş yazılar vardı, beni de eski günlere götürdü. Bu arada bu sayfayı yöneten arkadaşlarımızın içinde öğrencilerim var, çok hoş bir platform oluşturdular, yerli yabancı birçok kişi orada bir araya geliyor. Ben de zaman zaman paylaşımlar yapıyorum.
Geçenlerde Datça’nın en eski filmi diye bir etkinlik vardı, ben gidemedim, ama o günlerdeki halini fotoğraflardan gördüm, gözümün önünde canlandırabiliyorum. Ben 1985 yılında Datça Şehit Ersoy Yorulmaz Lisesi’ne resim öğretmeni olarak atandım. Datça tam bir mahrumiyet yeriydi, hastanesinde birkaç pratisyen hekim vardı, rahatsızlık durumunda Muğla’ya giderdik. Birkaç dükkan, şöyle oturayım çay içeyim desen oturulacak yer pek yoktu Nüfus 3000, yaşam merkezde geçerdi, köylerle falan fazla bir iletişimimiz yoktu, pazardan tanırdık birçok kişiyi. Tayin olduğumda ev bulmak zordu, pek yapılaşma yoktu, neyse zeytin ağaçlarının arasında güzel bir evi tuttuk, patika yollar vardı, doğayla iç içe filmlerdeki gibi yerler. Datça’nın adını ilk çalıştığım yer Rize Pazar’da Datçalı öğretmen arkadaşım Filiz Gölgeli’den duymuştum. Yıllar sonra oraya tayinimin çıkacağı aklıma gelmezdi. Filiz’in anlattıklarından aklımda kalanlar, 1977 yılları, köy gibi bir yer, ulaşım zor. Ben tayinimi Muğla’ya istemiştim oradan Datça’ya vermişler, Atça’yı biliyorduk da Datça’nın nerede olduğunu bilmiyorduk hemen koşup haritaya baktığımı hatırlıyorum. Denizlerle çevrili bir yer tam istediğim gibi , gelir gelmez kürekli bir kayık almıştım, sonra motorlu teknelerim oldu 20 yıl Datça denizlerinde dolaştım durdum. Okuldan çıkınca birkaç arkadaşımla limana giderdik, küçücük bir çay ocağı vardı, ayakta çayımızı içer sohbet ederdik. Teknem olduğu için her gün limana uğramam gerekiyordu. Bu arada 9 m boyunda Piyade denilen eski bir balıkçı teknesini sıfırdan yeniden yaptım, 8 ay sürdü, herhangi bir elektrikli aletim yoktu. Keser, testere, rende, birkaç işkence, okuldan çıkınca kendimi limanda teknenin yanına atıyordum. Traktörlerle kereste alıp limana gün gün taşıdım, şimdiki Liman Başkanlığı’nın olduğu yerde tenekelerde sıcak suları kaynatıp kalın tahtaları kıvırarak tekneyi tamamladım. Baş bodoslama koca bir dut ağacından çıktı, ana omurgayı ( burada karina diyorlar aslında karina teknenin su altında kalan kısmı ) traktörle zor taşımıştım. Neyse bir zaman geldi tekne tamamlandı, kalafatlar yapıldı, boyandı denize atıldı. Ben de dahil herkesin merakı amatör bir teknecinin yaptığı bu tekne suya atıldığında su alır mıydı ? Bir kova bile su girmedi koca tekneye, kooperatiften ona bir de 16 beygir gücünde bir motor aldım. Artık denize açılacağım günleri özlemle bekliyorum, ev gibi kullanacağım, koylarda resimler yapacağım falan böyle hayallerim var, işin içinde ilk önceleri balık tutma falan yoktu. Datça sakin, kendi halinde bir yerdi, meşhur olmuşsun falan kimsenin umurunda değildi. Kimsenin de meşhur olucam diye bir derdi yoktu, yaptığım teknenin fotoğrafını bile çekmemişim, oysa şimdi olsa televizyonlara bile çıkardım. Tek başına bir insanın azmini gösteren bir iş vardı ortada. O devrin parası bayağı da masraf etmiştim, bir zaman geldi bir arsa alma fırsatı yakaladık, öğretmen olarak paramız bir yer almaya yetmiyordu, şimdiki gibi yüzdeyüz yapı yapılmıyordu, bahçeli evler vardı. Hatta bir ara Eski Datçalı bir arkadaşım Çarşı Sokağı’nda eski yapılardan birini göstermişti, paramız yetiyordu ama yapıyı görünce bu eski yapıyı ne yapacağım derken gülmüştüm. Şimdi oraların halini görüyorsunuz. Neyse ev konusu kafama düşünce ona odaklandım, bir evimiz olsun tekneyi her zaman alırız dedim. Motoru satıp işe giriştik, tabii tekne limanda her yıl karaya çekip bakım yapmak lazım, denizde ahşapları yiyen bir kurt var, macunsuz, boyasız bir yer bulsun girdiği yeri kısa zamanda elek gibi yapıyor, hep korkumuz oydu. Tekneyi her çekiş bayağı bir masraftı, satayım dedim, Dalaman’dan falan müşteriler gelmiş, gelmiş diyorum ben görmedim. Limana geldiğimde söylüyorlardı, müşteriyi caydıranlar oldu hep, işte bunu bir öğretmen yaptı, denize açılınca batar falan, gelenler beni görmeden döndü hep. Bu gibi yerlerde bu durumlar çok oluyor, alıcı başka bir tekneye yönlendirilmek isteniyor. Satamadım bir türlü, Turizmle uğraşan Mahmut arkadaş vardı bana sat dedi, kendisi dericilik yapıyordu, iki deri cekete tekneyi verdim, ki biri kullanılmıştı. Tek şu tekneyi bir denizde giderken göreyim, batar diyenler utansın dedim. Arkadaşım Selimiye’de tekneye bakım yaptırdı, benim zımpara aletim falan yoktu ben önerdim git güzel bir zımpara da yapsınlar dedim. Bir ay sonra beraber tekneye bakmaya gittiğimizde tekne yapım yerinde elime keser verdiler, hocam şu 20 metrelik teknede gel çalış dediler. Daha biz böyle malzeme kullanmadık, işçilik yapmadık diye. Tabii gururlandığım anlardı. O yıl yaptığım teknenin kaptanlığını yapıp turist gezdirmiştik. O yıllarda yabancı turisler çok geliyordu. İngilizcem de bayağı ilerlemişti.
Neyse yavaş yavaş konu Can Yücel’e doğru gidiyor, limana gidip gelirken zaman zaman Can Yücel’i gördüğüm olurdu, Mustafa’nın Yerinde veya şimdiki Tadım kafenin olduğu yerde bir kafe vardı hatırladığım kadarıyla, orada otururdu, yanlış hatırlamıyorsam çoğu zaman da yalnız görürdüm. yanından geçer giderdik, bir kez kendisiyle kısa bir konuşmam oldu. Bir tekne almıştım, tekne İstanbul’da yaşayan birilerinin üstüne kayıtlıymış, annelerini sanatsal mekanlarda görürdüm, bir İstanbul Hanımefedisiydi, değişik şapkalarla gezerdi, ismini unuttum, kendisiyle sohbetlerimiz olmuştu. Onun adresini sorarken Can Yücel de oradaydı, duymuş gür sesiyle o verem oldu diyerek lafa girdi. Öyle kestirmeden giden birisi, söyleyeceğini kısa yoldan açık bir şekilde söyler. Biraz da küfürü boldu rahmetlinin. Vefat edinceye kadar da pek kimsenin umurunda değil gibiydi, bizim gibi ülkelerde insana yaşarken değil öldükten sonra daha değer veriliyor. Yücel ailesi Eski Datça’ya büyük kentin havasından kurtulmak için geliyor, o yıllar orası bir köy gibi, tarım yapılıyor, hayvan besleniliyor, evler eski taş yapılardan oluşuyor. Sabah horoz sesleriyle uyanmak, yerli halkla sohbet etmek onların sevdiği şeyler. Can Yücel’in ölümünden sonra eşi Güler Yücel Eski Datça’nın o bakir yapısı korunsun diye bayağı çabaladı ama rant galip geldi sonuçta. Yine de Can Yücel sokağı Eski dokusunu bugün de koruyan yerlerden. Yücel ailesi Eski Datça evini, ışığını sevdi, hiç bir ekleme değiştirme yapmadan kullandı. O eve birçok kez girip çıktım, fotoğraflar çektim, Datça Detay sayfalarında vardır. 2012 yılında Güler Yücel’in bana hediye ettiği ” Mekanım Datça Olsun ” kitabındaki şiirler o günleri anlatır. Kitabın girişinde Güler Yücel ” Her mekanda Can’la Birlikte Yaşadık ama bu Eski Datça’daki mekanımızda Can durmadan şiir yazdı ben de resim yaptım işte bu kitap böyle bir mekanda ve kaybolan zamanda doğdu” diyor.
“Sabah kalkıp kapıları açıyorum
Bütün herkes geliyor
Serçeler , kumrular İsa Çiçekleri
Bulutları çağırıyorum geliyorlar
Gökyüzü çok fena mavi
Yürüyemiyorum ayaklarım yok
Sanki bir ruhum
Sanki bir bademağ’ayım
Benim çağlalarımı yiyin
Bir kadeh rakıyla
Dünyada Can’ın yaşadığını hatırlamak için
Şerefinize ”
Can Yücel her 12 Ağustos’ta anıt mezarı başında anılır, adına etkinlikler yapılır. İlk zamanlarda çocuklarını, ailesinden kişileri bu etkinliklerde görürdüm son zamanlarda pek göremedim veya ben rastlamadım. Ölümününden sonra her yıl etkinlikler düzenlendi, Türkiye’nin dört bir yanından gelen şairler, sanatçılar, şiirseverler bir araya geldiler. .Derya Alabora, Rutkay Aziz, Ülkü Duru, Genco Erkal, Jülide Kural, Ataol Behramoğlu gibi isimler Can Yücel Şiirlerini okudular. Burada bir şeyi paylaşmak istiyorum, ben ortaokuldan bu yana şiire merak salmış, yazmış birisiyim. Okul yıllarımda, öğretmenliğimin ilk yıllarında resimle şiir bende at başı gidiyordu. Şiirlerimin sanat dergilerinde yayınladığı oldu, büyük bir şiir kitabı kollksiyonum vardı. Liseden başlayarak harçlıklarımla ilk işim bir şiir kitabı almak olurdu. Nazım Hikmet en ilgimi çeken şairlerdendi, Pablo Neruda, Hasan Hüseyin Korkmazgil gibi şairler ilgimi çekiyordu. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra cahil annem bütün şiirlerimi, kitaplarımı yakmış, evlere giriliyor, kitaplar aranıyor, insanlar zarar görüyor o günler. O günden sonra şiir falan yazamadım, içim kurudu. Can Yücel şiirleri Datça’ya gelinceye kadar da ilgi alanıma girmedi. Ölümünün ilk yılıydı sanırım Can Yücel adına etkinlikler yapıldı, tam bir şiir şöleni vardı, sanatçılar, şairler Datça’daydı. Knidos Küçük Tiyatro’da bir şiir etkinliği vardı, akşam üzeri çıktık yola. Knidos yolu şimdiki gibi değildi, daha dar ve sivri taşlarla kaplı toprak bir yol. Neyse gün batımına yakın Küçük tiyatro’yu doldurduk, işte o an gerçekten şiir severlerin buluştuğu bir andı. Çok büyüleyici bir atmosfer vardı, yanlış hatırlamıyorsam Jülide Kural ve Ataol Behramoğlu’nu hatırlıyorum diğerleri aklımda kalmamış, Can Yücel’in şiirlerini okudular. Nasıl şiirlerdi bunlar hayranlıkla, şimdiye kadar ilgimi çekmeyeşine şaşarak dinledim. Çıt yoktu, herkes benim gibi bu tarihi mekanda büyülenmiş bir şekilde Can Yücel şiirlerini dinledi. O günü ve o anı unutmuyorum, bir daha da öyle bir olaya tanık olmadım. Sanatçı ve şair arkadaşlar da şiirleri öyle okudular ki, bu büyüleyici atmosferde rolleri çok büyük oldu. Can Yücel böyle anılmalı, şiirleri okunmalı, kendi şiirleri, kitaplarından.. O ilk etkinliklerde içtenlik vardı, sonra her şeyde olduğu gibi başka atmosferlere büründü gitti, belki ailesinin pek görünmeyişi de bundan olabilir. Can Yücel adını kullanan pek çok şey olabiliyor. Düşünsenize bu sosyal medya çıktığından bu yana Can Yücel şiirlerini kitaplardan okuyan kaç kişi var. Can Yücel adıyla yayınlanan sahte şiirlerin sayısı 50 yi bulmuş. Bir kitap olacak kadar. Dünyanın neresinde görülür böyle bir şey bilemiyorum. Bu sahte şiirlerinin edebiyat öğretmenleri, meşhur kişiler, sanatçılar tarafından da kullanıldığına tanık olduk. Sorgulama, araştırma yok, hemen paylaşma beğenme var, köklerini, değerlerini hızla yitiren bir toplum. Bunu tüm alanlarda görüyoruz kopyala, yapıştır, emeğe, yaşanılanlara saygısı olmayan toplumların sonu bu. İlk başlarda web sitemden büyük emeklerle yaptığım çalışmaların kopyala yapıştır yapılması çok zoruma gidiyordu. yazmayı, paylaşmayı bırakmak istediğim zamanlar oldu. Hiç beklemediğim kişilerin de bu paylaşımları yaptığını gördüm.
İlk iki yıl yapılan bu etkinliklerde Can Yücel adının kullanılmasını eleştirenler oldu, etkinliğin o havası kaybolup gitti. İşte Can Yücel Festivali neymiş, badem festivali niye yapılmıyor gibisinden lafları çokça duyduk. Siyasi düşüncesi nedeniyle karalamalar oldu, içki içiliyor dendi, mezarı tahrip edildi vs.
Dün bu ilk etkinlikleri araştırırken bu sahte Can Yücel şiirleri ile ilgili bilgilere de ulaştım. Evrensel. Net şairin ölüm yıldönümünde bu konuya değinenlerdi. Yıllardır bu dizelerin izini süren Prof. Dr. Semih Çelenk Can Yücel’e ait olmayan internette binlerce paylaşım yapılan şiirleri araştırarak, güncelleyerek bloğunda yayınlıyor. Buna göre bu şiirlerin sayısı 50’ye ulaşmış durumda. Bu vesile ile Semih Çelenk ile ilgili bilgi sahibi olmuş oldum. DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümünde Öğretim Üyesi olan Semih Çelenk’in tiyatro oyunları, uyarlama ve çevirileri, şiiri var. Bu isme aslında
En uzak mesafe
ne Afrika’dır,
ne Çin,
ne Hindistan,
ne seyyareler,
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan…
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir
birbirini anlamayan…..’
dizelerini araştırırken rastladım, benim ve birçok kişinin bilmediği ilginç bir bilgi vardı. Eski Datça’da bir mermer üzerinde de yazılıydı sanki, öyle hatırlıyorum, çok hoşuma giden dizeler. Semih Çelenk bir paylaşımında şöyle yazmış ” En uzak mesafe diye başlayan şiir Can Yücel’e değil, izmirli seferad yazar Dr.Herman Amato’ya aittir ve 1972 basımı “Alis karar veriyor ” kitabında yer almaktadır. Şiir çeviri değildir. Amato Türkçe yazan bir yazardır, korkunç olan sahte şiirlerin onun sokağına kadar girmesidir ” demiş. Bazı yerlerde Can Yücel’in çevirisini yaptığı diye yazıyordu ondan olacak çeviri değildir demiş Semih Çelenk.
Nasıl bir dünyanın içindeyiz, insan şaşırıyor, paylaşım sitelerinde tanıdığım bazı kişlere bakıyorum bambaşka birileri, benim tanıdığım kişiler değil, binlerce takipçi. Özgün bir şeyler yapıyorsun, sadece sana ait, birbir emekle ilgi görmüyor, senden almış paylaşmış binlerce kişi bakmış..Sonra onu bunu suçlarlar, siz gerçek emekçiye, üreticiye toplum olarak değer verdiniz mi ? Şimdi her alanda onu biçiyoruz. Can Yücel dosdoğru giden, adalet duygusu yüksek, düşündüğünü kıvırmadan söyleyen bir kişiydi. Yerel halka, kültüre oldukça önem verirdi, Yerel Tohum Konusunu ilk dile getiren kişilerdendi. Bugün kendisi hakkında laflar eden bazı kişileri duysa, şiirlerini okumadan evinin önünde fotoğraflar çektirenleri görse söyleyeceklerini hayal edebiliyorum.
Semih Çelenk’in yaptığı araştırmalarda tespit ettiği ona ait olmayan onun adını kullanan şiirler şunlar:
1.Bağlanmayacaksın 2.Kadın Dediğin 3.Erkek Dediğin 4.Seninle Olmanın En Güzel Yanı 5.Anladım 6.Herşey Sende Gizli 7.Eğer 8.Herkes Gitmek İstiyor 9.Sevdiğin Kadar Sevilirsin 10.Sağlık Olsun 11. Yaşamak Zamanı 12.Tersten Yaşamak 13.Biraz Değiştim 14.Bir gün Anlarsın 15.Gitmek 16.Seninle Yaşlanmak İstiyorum 17.Asla Keşkelerim Olmadı 18.Özledim Seni 19.Bilmelisin ki 20.Aşk 21.Boşver ve Yaşı Başı 22.Olmuyorsa Zorlamayacaksın 23.Ben Benden Olgun İnsan İsterim Karşımda 24.Öyle Sabah Uyanır Uyanmaz Fırlama Yataktan 25.Farkında Olmalı İnsan 26.Bir Eşi Olmalı İnsanın 27.Unutma 28.Sevgi Emekmiş 29.Özleme Dair 30. Ömür Dediğin Bir Gündür O da Bugündür 31.Aşk Ayakkabı Gibidir 32.Rakı İçen Kadınlar 33.AteşveSu 34.Ülke Bölünsün İstiyorum 35.Kadınım Ben 36.Senin İçin Yasak Dediler 37.Bayram Şiiri 38.Dostlar Irmak Gibidir 39.Öye Bir Hayat Yaşadım ki 40.Bir Yolun varsa Gidilecek 41.Ömür Dediğiniz Nedir Ki 42.Fakirin Gayrimeşru Çocuğu 43.Ey Yüreğim 44.Özlersin 45.Hepsi Bu 46.Birşey Eksik 47.Kendimden Özür Diliyorum 48.Bir Kadını Ağlatmak 49.Ölüm Bir An 50.Galiba Yoruldum
Bu listeyi vermemin bir nedeni bazen bu şiirlerden paylaşımlar görüyorum, bir iki defa uyarım oldu, suçlu oluyorsun, onun için artık karışmıyorum.
” Datça olacak Datça
Kadınların yarımadası
Boşuna değil o dediğim
Burası Afrodiça…
Ve gördüğüm bütün her şey
Sevda, aşk ve tazelik
Ve zeytinlerden ve yaşamaktan
Başka bir şeyi olmayanların yeri “
Ölümün 20. yılında saygıyla anıyorum, dürüst yaşadı, sade bir hayatı seçti, özentileri olmayan bir insandı. Ülkesini, yaşadığı toprakları, kültürünü sevdi.