” Vasat bir eğitimci anlatır. İyi bir eğitimci açıklar, daha iyi olan eğitimci ise gösterir, ancak büyük bir eğitimci ilham verir. ”
” Gelecek gençlerin, gençler ise öğretmenlerin eseridir ” Mustafa Kemal Atatürk..
Üç gün olmuştu. Okulun tüm öğrencilerini kendi çocukları gibi seven okşayan, güzeller güzeli Yıldız öğretmenleri okula gelmemişti. Öğrencileri, Okul Müdürü Hasan Bey’e sormaya çekindiler. Okula hiç gelmemezlik yapmazdı öğretmenleri. Diğer sınıf öğretmeni Hatice ve Şefika öğretmen, okulun bahçesinde yan yana duruyorlardı. Tahire, Hatice öğretmenin sınıfındaydı. Sordu, merak ettikleri konuyu. Öğrendi. Yıldız öğretmen hastaymış, evinde yatıyormuş. Ülfet, Hasan, İsmail, Emine, Kamuran, hemen Tahire’nin çevresini sardılar. Diğer sınıfların müzik derslerine girip, milli bayramlarda folklor çalıştırıp, el yazısı derslerine de girdiği için, Hocacihan İlkokulu öğrencilerinin kalplerinde yeri ayrı olan bu öğretmenin yokluğu derin bir üzüntü yaratmıştı. Ülfet’in elinde, öğretmeninin okula eşi ile getirip dağıttığı bir çocuk kitabı vardı. Ülfet, Karakız diyerek Tahire’ye fısıldadı. Siyah, iki belik saçı, güler yüzü ile Yıldız öğretmen onu böyle çağırırdı.
Hocacihan, Konya’nın bağrında güzel bir yerleşim alanıydı. İnsanları; misafirperver, öğretmenleri baş tacı yapan; okumaya önem veren kişilerdi. 1975 yılında, Konya merkeze iki minibüs değiştirerek gelinip gidiliyordu. O günlerde araç bulmak, hem de istediğin saatte, zordu. Hatice öğretmenin sınıfından Tahire; Yıldız öğretmenin sınıfından Ülfet, İsmet, Hasan, Emine ve Kamuran, sabahtan beri bir plan yapıyorlardı. Onları okutan, yüreklerine dokunan, ufuklarını açan öğretmenlerine bugün kavuşacaklardı. Kara önlük, beyaz yaka kıyafetler çıkmadan, sabah okuldan ayrılıp evlerine kısa bir süre uğrayıp, ailelerine; ” Öğretmenimiz yok, okul yok.” diyerek, birbirlerine ders çalışmaya gittiklerini söylediler. Ayaküstü bir şeyler atıştırdılar. Yaramazlık yapmayı çok seven Hasan’ın üstünde bile bir durgunluk vardı. Eylül ayı, hava hafif çiseliyor. İsmail, öğretmeninin seçimi ile bilgi yarışmasına gidip birincilikle döneli çok olmuş. Planlara o da katıldı. Emine ve Kamuran, sessizce her şeye baş salladı.
Ayaklarında bot, kara önlük üzerinde mont. Öğretmenlerine karşı duydukları sevginin sıcaklığı ile yola koyuldular. Yan yana, sıkı, bitişik düzen, köyden kimseye bir şey söylemeden çıktılar. Aceleleri vardı. Ülfet’le Kamuran, biraz yürüyünce korktular. Tahire, çantasına, o gün annesinin yaptığı 3 tandır ekmeği ile iki dilim sac böreği almayı akıl etmişti. İki tandır ekmeği, hasta öğretmenlerine hediye. Sol tarafta mezarlık vardı. Biraz yorulmuşlardı. İsmail, mezarlıkta mola vermeyi önerdi. Mezarlık kenarında, kırmızı bir kuşburnu; “Gelin, beni yiyin.” diyordu sanki. Kuşburnunu birlikte toplayıp, bir tandır ekmeği ile yediler İsmail ve Hasan mezarlık çıkışı, ” Dağ başını duman almış..Yürüyelim arkadaşlar ” diye, öğretmenlerinin öğrettikleri marşı söylemeye başlayınca, hep bir ağızdan eşlik ettiler. Korkularından eser kalmamıştı.Tekrar yola koyuldular Konya’da, pırpır denilen üç tekerlekli ulaşım aracı yolun ortasında duruyordu. Cam damacanada su da içinde. O zamanlar sular, büyük cam damacanalar ve altlarında hasır sepet ile kamyonetlerle gezdirilir, evlere satılır, sonra cam damacana bir dahaki sefere iade edilir yenisi alınırdı.
Birden susadıklarını hatırladılar. Su damacanasına çocukların baktığını gören yan apartmandaki bir kadın, onları izliyordu. Apartmandaki kadın hemen çocuklara su getirdi. Durumu anlamıştı ve nereye gittiklerini sordu. Öğretmenlerine hasta ziyaretine gitmeleri, yaşlı kadını duygulandırmıştı.
Anayol, evlerin olduğu noktada sona ermişti. Konya içi, Zindankale Mahallesi’ne giden yola saptılar. Acıkmışlardı ama öğretmenlerine götürdükleri kalan iki tandır ekmeği ve iki dilim sac böreğini yemek, akıllarından bile geçmedi. Yağmur çiselemişti ama kuru ayaz vardı. Öğretmenleri; Beyhekim Mahallesi’ndeki Beyaz Fırın’ın karşısında 6 katlı bir apartmanın giriş katında oturuyordu. Hasan daha önce annesi ve babasıyla geldiği için evi biliyordu. Kapıyı çaldılar. Öğretmenlerinin küçük çocuğu Neco, küçücük elleri tombik yanakları ile karşılarındaydı. Tüm öğrenciler çok heyecanlıydı. Koşup, teker teker Yıldız öğretmenlerine hasta yatağında sarıldılar. Öğretmenleri ateş içinde yanıyordu. Sesi kısılmıştı. ” Canım öğrencilerim, çok mutlu oldum gelmenize ama bir yandan da ailenize haber vermediğiniz için üzüldüm.” dedi. Çocuklar, tandır ekmeği ve sac böreğini mutfağa götürdüler. Öğretmenlerinin eşi Hv. Yüzbaşı Ceyhun Komutan görevde, kızı Esmeri okuldaydı. Sobaya talaş basıp, çıra ile yaktılar. Kızlar, öğretmenlerine yardım için çay demledi. Hep birlikte tandır ekmeğini, kahvaltılıklarla birlikte yediler. Çıkan bulaşıkları yıkadılar. Öğretmenlerinin hasta yatağının başında oturdular. Sürahiye, içme suyu doldurdular. Çok tehlikeli bir yürüyüştü. Nasıl cesaret etmişlerdi ? Ama öğretmenlerini görmeleri her şeye değmişti.
Vasıta sorunu vardı. Nasıl döneceklerdi? Yıldız öğretmen; ” Çocuklar, beni merak etmişsiniz ama bir daha böyle yapmayın.” dedi. Her bir öğrencisini, çiçek bahçesindeki güller gibi tek tek kokladı, sarıldı. Ülfet; ” Öğretmenim, sana anne diyebilir miyim? ” dedi. Yıldız öğretmen; ” Ülfetciğim, senin anneciğin var. Bana Öğretmenim de, dünyanın en güzel kelimelerinden birisidir, hepinizi çok seviyorum, yüreğimde her birinizin yeri ayrı.” Derken, duygularına hakim olamayıp, çocukların bu sevgisiyle gözleri yaşlandı. Çocukların enerjileri öğretmenlerine şifa olmuş kendini daha iyi hissetmişti. Çocuklar da öğretmenlerini görmenin mutluluğu içinde evlerine döndüler.
Sivas Şarkışla Hürriyet İlkokulu’ndan Hatice SARP: ” Merhaba. 7 yaşındayken tanıdığım güzeller güzeli öğretmenime hayrandım. Giysileri, saçları, ayakkabıları o kadar güzeldi ki hep hayranlıkla öğretmenim Yıldız Ekebaş’ı izlerdim. Biz çocuklara kendi çocukları gibi davranır, çok sever, hep okşardı. O yıllardan aklımda kalan; çok güzel oluşu ve sevgi dolu olmasıydı. Ellerinden öpüyorum. Sevgilerimle Hatice Sarp.”
Sivas Şarkışla Hürriyet İlkokulu’ndan Enel EVİRCAN: ” Öğretmenim Yıldız Ekebaş’ı o kadar severdim ki, gider gider onu koklamaya çalışırdım. Bana; “Öğretmen muavinim.” derdi. O kadar güzel giyinirdi, o kadar moderndi, bir o kadar da sevgi doluydu. Okula koşarak giderdim. Bana okul hayatını sevdiren Yıldız öğretmenimdir. 4. sınıftaydık, öğretmenimizin tayini çıkıp gidince günlerce ağlamıştık. Bana bir bayram kartı atmıştı. Çok güzel yazılar yazmıştı. Yıllarca sakladım. Sonra ben üniversitede okurken Şarkışla’da bir sel baskını olmuştu. O zaman kitaplarım, fotoğraflarım ve kartpostallarım, hepsi atılmıştı. Çok üzülmüştüm, özellikle öğretmenimin sevgi dolu yazdığı kartpostalımın çamur içinde kalmasına. Karttaki resim hala gözümün önünde. Seni seviyorum öğretmenim. Allah uzun ömürler versin. Ellerinden öpüyorum. EMEL EVİRCAN…”
Sevgili annem Yıldız öğretmenin ve tüm öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kutluyorum. Öğretmenlik sadece bilgiyle değil baştan aşağı bir sevgi donanımıyla yürütülebilecek bir meslektir. Öğrencileri ile sağlıklı ve etkili iletişimler kurabilen öğretmenler, yine sevginin gücüyle onların hayatlarında kendilerine yer bulurlar. Öğrencilerinin ruhuna dokunan öğretmeni, öğrencileri ömür boyu unutmazlar. Öğretmenler de her biri ayrı bir çiçek olan öğrencilerinin, o tertemiz saf sevgilerini sonsuza dek yüreğinde taşır.
Esmeri Alev Ekebaş