nihat akkaraca

Nihat Akkaraca

nihat akkaraca kitabıyla

BİR DERVİŞLE SÖYLEŞMENİN KAZANIMLARI

Nihat Akkaraca’yla geçirilen zaman hep dopdolu olurdu. Laf olsun diye konuşmaz, hiçbir sözü de rahatsız etmezdi. Bir şeyler öğrenirdiniz de bunu farkında bile olmadan insan olma yolunda bir adım daha atmış olurdunuz. Öylesine keyifliydi ki sohbetleri, susmasını istemezdiniz. İşte öylesi sohbetlerimizden birinde, onun kişiliğinin ipuçlarını da veren bir olay anlatmıştı.

Nihat Akkaraca, ayakkabısını boyatmaktan rahatsız olurmuş. Düşünün, onun yapısında bir insan, birinin burnunun dibine ayağını uzatacak, fırçalanır, boyanır, parlatılırken öyle dikilip bekleyecek! Olacak şey mi?

Ama ayakkabı boyacılığından geçinenlerden biri, onu yoldan geçerken her gördüğünde “Nihat Abi, boyayalım mı?” diye seslenir, biraz da taciz edermiş. Utanıyormuş Nihat Akkaraca. O, sözü bitmez adam, söz de bulamıyormuş. Her seferinde ezilip büzülmekten bıkmış ve bir çözüm aramış. Yine böyle yoldan geçerken, boyacı seslenince yanına gitmiş, boya parasını vermiş. “Şimdi acelem var, daha sonra uğrayıp boyatırım ayakkabılarımı,” demiş. Diyordu ki Nihat Akkaraca, bir daha “Nihat Abi, nasılsın” diye bile seslenmemiş.

SUNA GÜLER

ÇABUK GEÇTİ NE ÇARE NİHAT AKKARACA

Bazı karşılaşmalar vardır, hayatımızı çoğaltırlar, bazı ölümler vardır hayatımızı eksiltirler. Nihat Akkaraca ile bundan 23 yıl önce Datça da karşılaştığımda, taşradaki soğuk tekdüze hayatıma “cemre”düşmüş gibi oldu. Aramızda çok güzel bir dostluk, ağabey kardeş ilişkisi oluştu. Emekli olup yıllar sonra memleketine dönen bu güzel insan, okumak, yazmak, araştırmak tutkusuyla ve coşkusuyla dolup taşıyordu.
Sanki emekli olup dinlenmek üzere bir köşeye çekilmiş biri gibi değil de, işe yeni başlamış idealist bir “stajyer” kadar öğrenmeye, kavramaya hevesli görünüyordu.Onun bu soylu halinin bütün ömründe var olduğunu, türlü türlü işlerde çalıştığını, kendi kendine İngilizce öğrenip bir Amerikan üssünde teknokrat-çevirmen olduğunu öğrenince daha iyi anlayacaktım. Kendi kendini eğiten, yetiştiren birinci sınıf, bir
“otodidakt” kişilikle karşı karşıyaydım.Gerçekten de, o durmadan araştırdı, sordu, öğrendi bu yüzden hep gelişti, mükemmelleşti. O hep bir şeyler yazdı, çizdi, üretti. Datça’nın tarihsel, sosyolojik yapısına ilişkin müthiş bilgiler veren öyküler, yazarak bunları Datça’da Zaman adlı kitapta topladı. Yerel ve ulusal bağlamda çeşitli dergilerde, gazetelerde yazdı . Durmadan soran ve durmadan üreten bir insan olma özelliğini son gününe kadar korudu. Ama Aklında o
kadar çok gerçekleştirmeyi bekleyen tasarı vardı ki , ölüm onu bulduğunda bir şeylerin yarım kalmaması mümkün değildi. Öyle de oldu. Nihat Abimiz’i Şubat ayında yitirdik öyküsünü yazmayı çok istediği ve planladığı Kaya Köyü yazamayacak artık.

Ölüm bir gerçek ve er geç buluyor yaşayanı, Nihat Akkaraca’yı da buldu. Ama işte bazı insanlar nedense hiç ölmeyecekmiş duygusu verirler insana, o da öyleydi. Sanki yaşı olmayan birisiydi, zamanla kayıtlı gibi değildi. O kadar üretken, o kadar etkin bir insandı ki , o kadar çok yaptığı, yapacağı şey vardı ki, ölüm bu hayatın gerçeği değilmiş gibiydi, ölüm bu hayata dokunamazmış gibiydi. Ama dokundu, hem de pat diye, ansızın. Ölümü hiç üzerine konduramadığımız Nihat Abimiz aramızdan ayrıldı.Ben eksildim. Belki her ölüm kendi ilişki bağlamında acıdır , insanı üzer. Ama her ölüm insanı aynı derecede derinden eksiltmez. Nihat Abi’nin ölümüyle hayatımda bir boşluk oluştu. Yıllara dayalı dostumu, gönül akrabamı, kültür kardeşimi yitirdim.Ve Nihat Abi’nin ölümüyle şunu bir kez daha anladım: Dünya bizim yurdumuz değil, sevdiğimiz insanlar bizim asıl yurdumuz. Onları yitirdiğimizde dünyada daha az bizimmiş, dünyaya daha az aitmiş gibi duyu-
yoruz kendimizi. Çünkü sevdiğimiz insan öldüğünde, onunla bizim de bir yanımız ölüyor, yaşamımızın, bir daha asla tekrarlanamayacak bir yanı ölüyor.Nihat Abi, söyle bana , Muzaffer Hoca ile birlikte, seninle,Mesudiye’de yamaçtaki evinde, denize bakarak, kalamarla içtiğimiz şarapları, saatlerce süren sohbetlerimizi, o sevecen sesini nasıl unutabilirim, ballı neskafeyi, karıştırışındaki zarafeti, tadını çıkara çıkara yudumlayışını nasıl unutabilirim . Biz yaşayanlar için ölüm unutmaktır , seni hiç unutmayacağım.

.
Biliyor musun, sen gittin ya, ölüm şimdi daha az korkutuyor, daha az sevimsiz geliyor bana. Ölüm denen o “muamma” nın içinde çok sevdiğim bir dostum var diyorum, o var diyorum kendi kendime.
Ölüm beni daha az korkutuyor çünkü daha tanıdık daha bildik geliyor, senden sonra.Yeniden gün yüzüne çıkarttığın Datça Manileri’nden bir tanesi ne diyordu

“Otudum yaktım cigare
Üstümden geçti teyyare
Bi güzel bakacağdım
Çabuk geçti ne çare.”

Evet, Nihat Abi daha yapacağın bi çok güzel şey vardı.Sen, en genç ve hep gençtin ama çabuk geçti ne çare, çabuk geçti ne çare…

VEFA ÖNAL

Datça’da Bir Çınar

Bugün gazetelerde “Bir çınar devrildi ” diyeydi başlıklar, anlayan için o çınar öyle bir kök saldı ki her bahar filizleri fışkıracak,bir çok kişiye bir yol açtı ve inanıyorum ki (yeri doldurulamasa da ) o çınarın bir çok dalı güçlenerek yoluna devam edecek. Sanatın her türlüsüne aşık bir insan, yüreği hep coşkuyla dolu.Her gördüğü güzellikten etkilenen, ona saygı duyan bir kalp. Datça’ya aşık bir insandı.Ve bu aşk öyle içtendi ki Datça sınırlarının dışına taştı. Datça onunla daha bir anlam kazandı,bir çok kişi Datça’lı oldu.Datça’nın sade güzelliğini,sıcak insan ilişkilerini tanıdılar.Datça ‘daki her etkinlikte görebilirdiniz onu. Araştırmalar, yazmalar, okumalar, arkadaşlarına zaman ayırmalar son zamanlarda o yorgunluğu gördüm üzerinde. Zaman onun için çok kıymetliydi, hala yapacak çok işi vardı ve zaman hızla akan bir nehir gibiydi. Kahvede oturan insanları görünce şaşardı. Bazen öğretmen evine de geldiği olurdu ve kendini oyuna kaptırmış insanlara bakıp başını sallayarak geçip giderdi. Zaman öyle kıymetliydi ki üretmeden geçen bir zaman, kabül edilir bir yaşam değildi onun için. Yaşamını dostlarıyla dolu dolu yaşamış bir insan olması bizi teselli eden; kaç kişiye nasip olur ki böyle bir sevgi ve saygı ortamında yaşamak. Bizi üzen se onu bir daha nesnel olarak göremiyecek olmamız, daha yapacak çalışmalarının olduğunu bilmemiz.Onunla yaşadığımız öyle güzel,coşku dolu anlar var ki unutmak mümkün değil. (12 Şubat 2009-Muzaffer Özgen)

şair mehmet

Ben onu şair Mehmet olarak biliyorum , Nihat ağbi ve Vefa Hoca ile Nihat ağbi’nin Mesudiye’deki evine gittiğimizde Şair Mehmet’i görürdük , rahatsız edeceğim diye çekinerek gelirdi , ama Nihat ağbi’nin evindeki ışığı görünce mutlaka uğrardı. Onu bu kez 9 Ekim 2010 tarihinde Datça mahallesinde öykü günleri etkinliğinde gördüm , Nihat Akkara’ca için yazdığı şiiri okumak için gelmişti. Şiirini buraya da yazıyorum.

Ölümün tanımı yok
Sevilen yanı yok
Datça’nın bütün nimetleri
Önümüze serilse neye yarar
Nihat amcasız tadı yok
Boş sözlere karnı tok
Temmellikte ismi yok
Öyle güzellikler kattı ki herkese
Kara toprağın bile şansı yok…
Giderken meçhule
Manilerini hediye bıraktı bize
Gülüşleri bir şey anlatıyor gibi
Bakıyordu herkese
Kalbimizde boşluk bıraktın
Sen, çok uzaklara gidince

Şair Mehmet

Nihat Akkaraca’yı Yeniden Anımsamak

Önce , YKKED’nin çıkarmakta olduğu Yeniden İmece Dergisinin 8. sayısında yayımlanan ” Datça-Aksu Yolculuğu ” adlı öyküsünde ismen tanımıştım Nihat Akkaraca’yı.Öyküde , 1944 Yıllarında Datça’dan yola çıkarak , Antalya – Aksu Köy Enstitüsüne giden beş köy çocuğunun yolculuk serüvenleri anlatılıyordu.Bu öyküyü okuduktan sonra çok merak etmiştim;acaba Nihat Akkaraca kimdir diye.Gerçi yılın yarısını Datça’da geçirdiğim halde bu ismi o güne değin neden ve niçin tanıyamamıştım. İşte bu soruyu anımsadıkça üzüntüm bir kat daha çoğalır hala.

Renk renk güllerin,çingene pembesi hatmilerin ,solgun hırkalı kasımpatıların, ortancaların ve begonvillerin açtığı o yemyeşil ağaçların süslediği bahçenin içindeki , o ak badanalı evinin balkonunda bigisayarı başında öykü metinlerini yazarken bulmuştum Nihat Akkaraca’yı .Oldukça sıcak ve sevecen bir tavırla karşılamıştı beni.O anda değil de sanki yıllar öncesinden beri tanışıyormuş gibi yepeledik birbirimizi.Gözleri ışıl ışıl gülüyordu hep.O kadar da düzgün konuşması vardı ki! Kısaca yaşam öyküsünü ve yazmakta olduğu ” Datça’da zaman ” adlı öykü kitabını anlattı bana.Daha o zaman pes doğrusu demiştim;İlkokul mezunu, aslında teknik eleman olan bir kişi, nasıl oluyor da, sanata , şiire, edebiyata karşı bu denli engin bir ilgi duyabiliyordu. Sohbetimiz kısa sürede öylesine koyulaştı ki, değerli eşleri Emel Abla’nın yaptığı orta şekerli kahvelerimiz soğudu gitti fincanlarımızda.

O günkü tanışmamızdan sonra, artık ağabey- kardeş ilişkileri içinde sürdü dostluğumuz.Her karşılaştığımızda mutlaka bir şiir okumamamı isterdi benden.Yine o evininin güzel balkonundaki başka bir sohbetimizde , Datça üzerine yazdığım ” Balıkaşıran’dan Ötelerde ” adlı şiirimi okumuştum da gözyaşlarını tutamamıştı. Zaten inadına Datça aşığıydı rahmetli.Burada o’nun anısına o şiirimi bir kez daha okumak isterim.

Badem ağaçlarına su erken yürür
Datça Yarımadası’nda
Badem ağaçları çatılardan yüksek
Bir Türkü tutturur ki
Onbiray çiçekleri balkonlarda
Taa Knidos’tan duyulur
Yüreğimi parçalıyor sessizlik
Tebeşir kokuyorum boğazıma kadar
Yalnızlığımı yudumluyorum akşamüstüleri
İskele’de Serap Çay Bahçesinde
Gün devrildi- devrilecek…
İşte deniz , işte Kumluk plajı orada
Uzadıkça uzuyor taşlık,
İçimde sevgi çiçekleri açıyor birden
Göz çukurlarıma öğrencilerim doluyor
Balıkaşıran’dan ötelerde
Tek başıma…

Muammer Özler

 

Sayfalar: 1 2

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir